22 Haziran 2010 Salı

YOK


Neden yoksun ki? Yokluğun neden bu kadar var bende? Sen yokken bir sürü baloncuklar uçuşuyor etrafımda. Çoğu acı yüklü, kimliksiz hüzünler barındırıyorlar içlerinde.

Yoksun.

Yokluğun bu baloncukları var ediyor. Bir boşluktan dahası. Dolu dolu acılar içerisindeyim.

Neden gitin ki? Ya da neden bıraktım seni?

8 Haziran 2010 Salı

YABANCILAŞMAK


Acılarımızı bile cömertçe çekemiyoruz artık, diğer bir çok duyguyu yaşadığımız gibi. Çoğu zaman susmayı tercih ediyoruz, konuştuğumuzda da bir fısıltı oluyor dilimizde kelimeler. Nasıl olsa diyoruz, nasıl olsa anlaşılmayacak söylediklerimiz.

Böyle başlıyor yabancılaşmak. Sonra sırtımızdaki yükler sürekli artıyor. Çoğunu, en sevdiklerimizin yermeleri ve çevremizdekilerin kınayan bakışları oluşturuyor. Her ne kadar umursamaz görünsek de, parça parça işliyor bunlar içimize. Farkında olmadan büyüyorlar ve canımızı yakacak kadar etkili olmaya başlıyorlar zamanla. Ve sonrasında tüm bunlardan kaçmak isterken, sığındığımız yer en son gitmek isteyeceğimiz yer oluyor. Bu sığınağa karşı yıllarca yaptığımız eleştirileriler, mücadeleler bir anda yok oluveriyor.

Biz neden buradayız ki şimdi? Ve neden en son olmak istediğimiz yerde bu kadar rahatlamış hissediyoruz kendimizi? Cevap çok açık aslında. Ayağımıza dolanan sistem, her şeyi organize ediyor kendince. Eşeğini kaybedip bulan adamın sevincinden daha fazlasını vermiyor bize. Halimize şükretmemizi öğretiyorlar özetle. Çocukluğumuzdan itibaren bunlar kulağımızda küpe yapılıyor. Aslında tam olarak olduğumuzdan fazlasını da istemiyoruz, bizim isteğimiz olduğumuzdan farklısı. Farklı olmak, farketmenin getirisi olmalı. Bu nedenle girdiğimiz kuyrukta bize sıra hiç gelmiyor. Bir süre sonra o kadar yorgun düşüyoruz ki, neden burda beklediğimizi unutuyoruz. Yorgunluğumuzun üzerinden hafif bir dinlenme geçince, huzur bir afyon gibi yayılıveriyor üzerimizde. Bu sahte huzurun var ettiği keyifle yaşıyoruz, bize ait olmayan bu alanda.

Neden bekledik? Neden hala aynı yerdeyiz? Artık o kadar yorgunuz ki yenikliğimize teslim oluverdik. Bir kırılma noktası var edemedikçe, daha çok yabancılaşacağız birbirimize ve dahası kendimize.

7 Haziran 2010 Pazartesi

KİMLİKLERİMİZ


Hepimiz birer hırsızız. İnsanların yaşama hakkını satın alıyoruz ellerinden. Üstelik de karşılıksız bir alış-veriş bu. Kimimiz büyük bir pay çıkartıyor kendisine, kimimiz daha küçük. Satın alma olgusu ise değişmiyor.

İnsanlar aç, insanlar çıplak. Çünkü onların payına düşenleri aç gözlülük gaspediyor. Basit yaşamayı beceremiyoruz. Bizim doyumsuzluğumuz başkalarını açlığa terkediyor, göremiyoruz.

Tüm bunlardan şikayet ederken, sadece seyretmek de neyin nesi? Bunun izahını da yapamıyoruz kendimize. Bazılarımız daha şanslı; yapılan hataların bilincinden çok uzakta yaşamayı becerebiliyor. Benim gibilerse bu alanda, bu ikilemde, midesi bulanarak yaşadığını zannediyor.

25 yaşındayım. Hiç bir şey yapmıyorum. Belki de insanın en temel özelliğini, "tembelliğini" bu duruma bahane ediyorum. Ama bu benim içimi rahatlatmaya yetmiyor. Bir 25 yıl daha yaşasam, yine değiştiremeyeceğim hiç bir şeyi. Bu düşünce kahredici, ancak tembelliğim kadar gerçek.

Çoğumuz birer çöp olarak atılmışız dünyaya, pisliğimizin içinde boğulmayı bekliyoruz.