8 Haziran 2010 Salı

YABANCILAŞMAK


Acılarımızı bile cömertçe çekemiyoruz artık, diğer bir çok duyguyu yaşadığımız gibi. Çoğu zaman susmayı tercih ediyoruz, konuştuğumuzda da bir fısıltı oluyor dilimizde kelimeler. Nasıl olsa diyoruz, nasıl olsa anlaşılmayacak söylediklerimiz.

Böyle başlıyor yabancılaşmak. Sonra sırtımızdaki yükler sürekli artıyor. Çoğunu, en sevdiklerimizin yermeleri ve çevremizdekilerin kınayan bakışları oluşturuyor. Her ne kadar umursamaz görünsek de, parça parça işliyor bunlar içimize. Farkında olmadan büyüyorlar ve canımızı yakacak kadar etkili olmaya başlıyorlar zamanla. Ve sonrasında tüm bunlardan kaçmak isterken, sığındığımız yer en son gitmek isteyeceğimiz yer oluyor. Bu sığınağa karşı yıllarca yaptığımız eleştirileriler, mücadeleler bir anda yok oluveriyor.

Biz neden buradayız ki şimdi? Ve neden en son olmak istediğimiz yerde bu kadar rahatlamış hissediyoruz kendimizi? Cevap çok açık aslında. Ayağımıza dolanan sistem, her şeyi organize ediyor kendince. Eşeğini kaybedip bulan adamın sevincinden daha fazlasını vermiyor bize. Halimize şükretmemizi öğretiyorlar özetle. Çocukluğumuzdan itibaren bunlar kulağımızda küpe yapılıyor. Aslında tam olarak olduğumuzdan fazlasını da istemiyoruz, bizim isteğimiz olduğumuzdan farklısı. Farklı olmak, farketmenin getirisi olmalı. Bu nedenle girdiğimiz kuyrukta bize sıra hiç gelmiyor. Bir süre sonra o kadar yorgun düşüyoruz ki, neden burda beklediğimizi unutuyoruz. Yorgunluğumuzun üzerinden hafif bir dinlenme geçince, huzur bir afyon gibi yayılıveriyor üzerimizde. Bu sahte huzurun var ettiği keyifle yaşıyoruz, bize ait olmayan bu alanda.

Neden bekledik? Neden hala aynı yerdeyiz? Artık o kadar yorgunuz ki yenikliğimize teslim oluverdik. Bir kırılma noktası var edemedikçe, daha çok yabancılaşacağız birbirimize ve dahası kendimize.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder