13 Temmuz 2010 Salı

CEVAPLAR


Hayattan hiçbir şey uzaklaştıramadı beni, vermek zorunda kaldığım yanıtlar kadar. Bu yüzden hep nefret ettim imâlı sorularınızdan.

Olmasaydınız, olmazdı bende hüzün. Kahredici bakışlarınız güneş gibi, ne zaman göz göze gelsek eritiyor beni.

Sizden gitmeliyken kaçıyorum kendimden.

22 Haziran 2010 Salı

YOK


Neden yoksun ki? Yokluğun neden bu kadar var bende? Sen yokken bir sürü baloncuklar uçuşuyor etrafımda. Çoğu acı yüklü, kimliksiz hüzünler barındırıyorlar içlerinde.

Yoksun.

Yokluğun bu baloncukları var ediyor. Bir boşluktan dahası. Dolu dolu acılar içerisindeyim.

Neden gitin ki? Ya da neden bıraktım seni?

8 Haziran 2010 Salı

YABANCILAŞMAK


Acılarımızı bile cömertçe çekemiyoruz artık, diğer bir çok duyguyu yaşadığımız gibi. Çoğu zaman susmayı tercih ediyoruz, konuştuğumuzda da bir fısıltı oluyor dilimizde kelimeler. Nasıl olsa diyoruz, nasıl olsa anlaşılmayacak söylediklerimiz.

Böyle başlıyor yabancılaşmak. Sonra sırtımızdaki yükler sürekli artıyor. Çoğunu, en sevdiklerimizin yermeleri ve çevremizdekilerin kınayan bakışları oluşturuyor. Her ne kadar umursamaz görünsek de, parça parça işliyor bunlar içimize. Farkında olmadan büyüyorlar ve canımızı yakacak kadar etkili olmaya başlıyorlar zamanla. Ve sonrasında tüm bunlardan kaçmak isterken, sığındığımız yer en son gitmek isteyeceğimiz yer oluyor. Bu sığınağa karşı yıllarca yaptığımız eleştirileriler, mücadeleler bir anda yok oluveriyor.

Biz neden buradayız ki şimdi? Ve neden en son olmak istediğimiz yerde bu kadar rahatlamış hissediyoruz kendimizi? Cevap çok açık aslında. Ayağımıza dolanan sistem, her şeyi organize ediyor kendince. Eşeğini kaybedip bulan adamın sevincinden daha fazlasını vermiyor bize. Halimize şükretmemizi öğretiyorlar özetle. Çocukluğumuzdan itibaren bunlar kulağımızda küpe yapılıyor. Aslında tam olarak olduğumuzdan fazlasını da istemiyoruz, bizim isteğimiz olduğumuzdan farklısı. Farklı olmak, farketmenin getirisi olmalı. Bu nedenle girdiğimiz kuyrukta bize sıra hiç gelmiyor. Bir süre sonra o kadar yorgun düşüyoruz ki, neden burda beklediğimizi unutuyoruz. Yorgunluğumuzun üzerinden hafif bir dinlenme geçince, huzur bir afyon gibi yayılıveriyor üzerimizde. Bu sahte huzurun var ettiği keyifle yaşıyoruz, bize ait olmayan bu alanda.

Neden bekledik? Neden hala aynı yerdeyiz? Artık o kadar yorgunuz ki yenikliğimize teslim oluverdik. Bir kırılma noktası var edemedikçe, daha çok yabancılaşacağız birbirimize ve dahası kendimize.

7 Haziran 2010 Pazartesi

KİMLİKLERİMİZ


Hepimiz birer hırsızız. İnsanların yaşama hakkını satın alıyoruz ellerinden. Üstelik de karşılıksız bir alış-veriş bu. Kimimiz büyük bir pay çıkartıyor kendisine, kimimiz daha küçük. Satın alma olgusu ise değişmiyor.

İnsanlar aç, insanlar çıplak. Çünkü onların payına düşenleri aç gözlülük gaspediyor. Basit yaşamayı beceremiyoruz. Bizim doyumsuzluğumuz başkalarını açlığa terkediyor, göremiyoruz.

Tüm bunlardan şikayet ederken, sadece seyretmek de neyin nesi? Bunun izahını da yapamıyoruz kendimize. Bazılarımız daha şanslı; yapılan hataların bilincinden çok uzakta yaşamayı becerebiliyor. Benim gibilerse bu alanda, bu ikilemde, midesi bulanarak yaşadığını zannediyor.

25 yaşındayım. Hiç bir şey yapmıyorum. Belki de insanın en temel özelliğini, "tembelliğini" bu duruma bahane ediyorum. Ama bu benim içimi rahatlatmaya yetmiyor. Bir 25 yıl daha yaşasam, yine değiştiremeyeceğim hiç bir şeyi. Bu düşünce kahredici, ancak tembelliğim kadar gerçek.

Çoğumuz birer çöp olarak atılmışız dünyaya, pisliğimizin içinde boğulmayı bekliyoruz.

30 Nisan 2010 Cuma

BİR GÜN


Düşüncelerimle boğulduğum üç günün sonunda evden dışarı atmak istedim kendimi. Zihnimi daha da bulandırmak için alkole ihtiyacım vardı. Ruhum varoluşuma çoktan ihanet etmişti. Geriye sadece basit bir eylem kalıyordu.

Çıkıp alkol almak.

Sanki hoşlandığım birisiyle ilk kez buluşacakmışım gibi giyindim, saçlarımı düzelttim ve gereğinden fazla boyadım yüzümü. Saçlarıyla, kılık kıyafetleriyle fazlaca uğraşan insanların yapacak başka işleri olmadıklarını düşünürdüm. Şimdi acı acı kulağımın dibinde kıkırdıyorlar. Ne diyeyim.

Haklılar.

Önce dolaşacaktım sokaklarda, olabildiğince yavaş adımlarla, amaçsız. Sonra sadece iki bira alacaktım her zaman alışveriş yaptığım marketten ve döndüğümde bu iki bira cilalayacaktı yüzümde yürüdüğüm yol boyunca oluşabileceğini umduğum tebessümü. Fikirlerimi bu şekilde sıraladım beynimde. Her şey tıkır tıkır işlemeliydi.

İşlemedi.

Asansörü hiç bir zaman olduğum katta bulamadım. Zemin kattan gacur gucur sesler çıkararak yukarı tırmandı. Ürkütücü. Bindim asansöre, sıfıra bastım.

Bu asansöre her binişimde çürük sesler çıkaran halatların kopmasıyla birlikte düşüşümü hayal ederim. İvmenin yükselmesiyle tavana nasıl çarpacağımı düşünür, başımdan yanaklarıma süzülen kanı hissederim.

Bu kez aynı düşüncelerin kucağına atılamadan bir alt katta durdum. Bir kız geldi yanıma, gülümsedi. Basit bir selamlaşma sonrası gelen gülümsemelerden değildi bu, gözlerimin içine bakarak yapılan içten bir gülümseme. Fazlasıyla gereksiz. Karşılığında zoraki bir tebessüm ettim sonra hemen kaçırdım gözlerimi gözlerinden. Belli ki iki kelam bekledi.

Esirgedim.

Bakışları aynayı da hapsedince gözlerim yerde bekledim bu uzun birliktelik anının bozulmasını. Sonra tekrar döndü ve gülümsedi aynı içtenlikle. Sanırım bu kadarını kaldırabilecek güçte değildim, dudaklarımı belirsiz bir şekilde hareket ettirmekle yetindim. Bu yapmacıklık midemi bulandırdı, kendime kızdım.

Yerdeyiz.

İlk o çıkacaktı asansörden. Bir an önce kurtulmak ister gibi iki eliyle sarıldı kapıya, kollarıyla da destekleyerek itti. Hiç bu kadar çabuk bıktırmamıştım kendimi kimseden. Kapıyı ters taraftan açmaya çalıştığını söylemedim.

Seyrettim.
Gitti.

Apartman kapısından çıktığım anda başladı bulutlar yüzüme tükürmeye. Geri çekildim sığınağa. Üç beş saniyemi almadı gitmekle geri dönmek arasındaki kararı vermek. Asansöre bindim beşe bastım yukarı çıktım kapıyı açtım içeri girdim ayakkabılarımı çıkardım ve girişteki boy aynasının önünde seyrettim kendimi bir süre. Buraya kadar geçen süreçte şemsiyeyi alıp tekrar çıkmaktı aslında niyetim.

Çıkmadım.

Balkona gittim, serinleyen havayı ciğerlerime çektim, aşağıda şemsiyesi olmayan insanların koşuşturmalarını seyrettim. Üşümeye başlamıştım yavaştan. Odalarda bilinçsiz bir tur attım en sonunda kendi odamda karar kıldım. Uzandım yatağıma kulaklıkları takıp bir Dream Theatre şarkısı başlattım. Gözlerimi kapayınca içinde kendimi hayal ettiğim bir klip çektim bu şarkıya. Hiç bir şey düşünmek istemedim başka. Sorular sormak da istemedim.

Neden gitmedim?
Gitmeli miydim?
Bugün alkolsüz biter mi?

Hepsini tuz buz ettim ve dahil eleştirmedim kendimi. Yağmur hızlanınca odamdaki pencereden devam ettim bu kez seyrime. Gitmemekle doğru bir karar verdiğimi düşünmenin kendimi iyi hissettireceğini sandım. Ama değişen bir şey yoktu.

Kötü değildim.

İyi?

Hiç değil.

Saat 17:38. Bugünün hiç bitmeyeceğini düşündüğüm andan itibaren yaklaşık üç saat geçmiş. Birileriyle konuşmak ihtiyacı hissetmeye başladım, bana yakın olan, beni anlayabilecek birileriyle. Sonra her nasılsa bir arkadaşımla konuştuk internet üzerinden. İçimde değişen bir şeylerin olmadığını farketmek, kimsenin artık yetmediğini bir tokat gibi çarptı yüzüme. Bir anda soyutlaşmıştı insanlar etrafımdan.

Çırılçıplaktım.

Güneş gitti yerini karanlığa bıraktı. Karanlığın olmadığını düşündüm sonra ya da belki de bir yerlerde buna benzer bir şeyler okumuştum. Karanlık dediğimiz şey ışığın yokluğuyla var oluyor o halde yok olan her şey yerine hep başka bir şey mi bırakıyor?

Terkedince bir insanı,
Onda yok edince kendini,
O'nun yerine hüznün,
Acının kalması gibi.

Bu şekilde düşünceler uzun süre sek sek oynadı beynimde. Sonrası yok.
Gece düşmüş gözlerime
Ve ben sızıp kalmışım içemediğim içkiyle..

23 Nisan 2010 Cuma

EYLEMLER

Biliyorum korkuyorsun. En az benim kadar. Tedirginsin. Nereye adım attığını bilmemenin huzursuzluğu var üzerinde. Mazeret değil bu. Amacımız bildiklerimizden kaçmakken, bilmediğimiz yerlerin kaygısını duymak yanılgımız olur. Bunun endişesini değil, heyecanını duymamız gerekirdi. Bir yerlerde eksik bir şeyler olmalı ya da çok ciddi bir hata yaptık farkında olmadan.

Beklentilerle istekler eş güdümlü ilerlerken, rüzgâr hep karşıdan eser. Biz ne kadar karşıysak her şeye, her şey de bir o kadar bize karşı. Bu gerçek ve ben korkuyorum, en az senin kadar.

Gitmekten vazgeçersen eğer ben de kalacağım olduğum yerde. Ya da belki de daha çok gideceğim, bu yanlış kararına devrim yaparak. Ama daha iyi olmayacağım her iki durumda da.

Gitmelisin, en az senin kadar gidebilmem için. Bunu yap. Yap bunu.

20 Nisan 2010 Salı

AŞK

Güçsüzlüğün temsilcisiydi aşk.
Şehirlerden geçtim.